Gizli Hazine: Abdülhamid Han


Gizli Hazine: Abdülhamid Han


Sarayın bahçesindeki bu küçük çocuk Sultan Abdülmecid'in oğullarından biriydi. Uzun boylu ve esmer benizli bu çocuk her şehzade gibi gözlerini sarayın sorumluluklarına açmıştı. Doğduğu tarih ise sorumlulukların çoğunu sorunlara dönüştürüyordu. Osmanlı'nın çöküş döneminde doğan bu Şehzade daha 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Hanımı kaybetmişti. Babası Abdülmecid Hanın diğer eşi olan ve çocuğu olmayan Piritu hanım, annesini kaybeden bu küçük şehzadenin bakımını üstlenmiş, anne olmuştu şehzadeye. Lakin tahta varisliği düşük ihtimal olan şehzade küçüklüğünden beri olgun ve karmaşıktı. Öksüzlüğü de üzerine bir perde gibi çeken şehzade iyice iç dünyasına kapanmış, kendi kabuğuna çekilmişti. İlk bakışta kötü görünen bu çocukluk küçük şehzadeyi olgunlaştırmış, dertlendirmiş ve ona Abdülhamid olma yolunda katkıda bulunmuştu. Küçük yaşından itibaren kitaplarla ilgilenmiş, farklı ilimlerle hemhal olmuş, yabancı diller öğrenmişti. Sanata ve ilme gün geçtikçe artan ilgisi herkes tarafından biliniyordu. Büyüdükçe dertleri de büyüyor, kimse onu anlamasa da O kendini kitaplarda buluyor ve halkının İslam'dan kopuşunun aksine her geçen gün İslam'a daha da sıkı sarılıyordu.
Babasının vefatının ardından tahta geçen amcası Abdülaziz yeğeni ile kendi çocukları gibi ilgilenmeye başlamış, bu yetenekli şehzadenin eğitimi ile bizzat kendisi alakadar olmuş hatta gittiği yurtdışı seyahatlerinde yeğenini de yanında götürmüştü. Abdülhamid Han bu yönüyle örnek aldığı Rasul'e benziyordu. O da yetim ve öksüz olup amcasıyla seyahatler yapan bir gençti. Marangozluğa ayrı bir merakı ve yeteneği olan şehzade, seyahatler sırasında ticareti de öğrenmişti. Daha genç yaşında kendi mal varlığı 100.000 altını bulan şehzade kendini titiz bir şekilde yetiştiriyor, olayları kavrayışı ve kimsenin görmediği dengeleri hassas bir şekilde analiz etmesiyle farkını ortaya koyuyordu. Onun iktidarına ihtimal vermeyen saray ahalisine karşı sanki kaderin kendine oynayacağı oyunu biliyor ve ona hazırlık yapıyordu. Nitekim tahttaki ağabeyinin akli dengesi sorunu iddia edilerek tahttan abisi azledilip kendisi tahta geçirildi ve artık Osmanlı Devleti'nde Abdülhamid Han döneme başladı.


31 Ağustos 1876 yılında Perşembe günü tahta geçen Abdülhamid Han, tahta geçtiği andan itibaren tutumuyla ve halka yakınlığıyla sevgileri kazanmış, güven vermişti. Saltanata, dışarıdaki baskılara, etrafını saran yalnızlık ve yalan sisine rağmen Onun tek derdi ümmeti ve devletiydi. Türlü şekillerde yanlışlar yaptırılmaya çalışılmış, onun devleti için geliştirdiği projeleri engellenmek istenmişti. İçerideki hainlerle, dışarıdaki düşmanlarla ve hatta doğruyu yapmaya çalışan fakat istemeden yanlışa destek veren kesimlerle dahi engellenememişti. O çağını aşan siyaseti ve dönemindeki liderlere olan kabiliyet üstünlüğü ile kendisi Devleti Aliye'nin başındayken Osmanlı'yı yıkamayacaklarını düşmanlarına göstermişti. Onu Kızıl Sultan diye tanıtanlar ve ülkenin kötü duruma düşmesine sebep olduğunu iddia edenler eğitime verdiği önemi geleceği de göz önünde bulundurarak yaptığı yatırımları gizlediler, unutturmaya çalıştılar.
Abdülhamid Han zamanında okulların ve hastanelerin sayısında hızlı bir artış yaşandı. Demiryolları ve daha birçok büyük projeyi hayata geçirmiş hatta Avrupa'da bile çok az olan telefonlardan birkaç tanesini payitahta getirmişti. Öyle ki Devlet-i Ali yıkılsa bile Abdülhamid Han'ın yaptırdığı demiryolları, hastaneler, okullar ayakta kalıp halka hizmet vermeye devam etmektedir.
Abdülhamid Han, öngörülerinin bir sonucu olarak Osmanlı Devleti'nin Avrupa'yı ihya çabalarını Anadolu'ya çevirmiş, Anadolu’ya ağırlık vermiştir. Abdülhamid Han'ın dine, sanata ilme ve en çok halkına verdiği değer onu tarihin büyük hükümdarlarından biri yapmıştır. Abdülhamid Han gerekli gördüğü yerlerde halifeliğini kullanarak fetvalar da vermiş, halkının yapmakta olduğu yanlıştan dönmesini istemiştir. Bunlardan bir tanesi de; müslüman çocuklarının gayrimüslim dadılar tarafından büyütülmesi ve gayrimüslim okullarda eğitim görerek, kendi kökenlerinden uzaklaşması hususudur. Abdülhamid Han buna kesinlikle cevaz vermemiş ve eğitimin önemi ne dikkat çekerek Müslüman evlatlarının gerektiği gibi büyütülmesini ve uygulanmakta olan bu eğitim tarzından vazgeçilmesini istemiştir. O ki Demiryolları yapımında Allah Resulü'nün beldesine yaklaşınca raylara keçe döşenmesini, Allah Rasul'üne olan muhabbeti ve saygısından istemiştir. Daha nice misal olabilecek olaylarla ümmetin adamı olduğunu ve iyi bir hükümdar olduğunu kanıtlamıştır. O kendi zamanında siyaseti ile bütün Batı Devletlerini endişelendirmiş ve Müslüman bir devlet adamına yakışır tutumu sebebiyle batılın en büyük düşmanlarından olmuştur.
Osmanlı'nın ayakta kalmasına sebep olarak gördükleri, ümmeti bir arada tutan halifeyi baştan indirmeyi çözüm olarak gören batı siyaseti, Abdülhamid Han'ın bir darbe ile başlayan yolculuğuna bir darbe ile sona erdirmeye karar verdi. Bu büyük dava adamından ümmetin eliyle kurtulmak istediler. Ne acıdır ki emelleri gerçekleşti Abdülhamid Han'ı karalama politikası başarılı oldu, öyle ki gerçek bir vatansever olan Mehmet Akif bile oynanan bu tiyatroya inanmıştı. Abdülhamid Han tahttan indirildikten sonra gerçeğin farkına varan şairler, düşünürler, yazarlar ve tüm halk yaptıklarına pişman olmuş, bazıları da pişmanlığını mısralara dökmüştü. 31 Mart ayaklanması ile tahtan indirilmesi kararlaştırılan Abdülhamid Han'ın üzüntüsü Devleti'nden, Ümmetimden yanaydı ve bunu da şu sözlerle açıkça ifade etmişti.
“Allah'ım helal etmiyorum. Şahsımı değil milletimi bu hale getirenlere hakkımı helal etmiyorum. Beni, benim için lif lif yapsalar, cımbız cımbız zerrelerime koparsalar, sarayımı yaksalar. Hanedanını söndürseler çoluğumu çocuğumu gözümün önünde parçalasalar, helal edelim de! Sevgilinin yolunda yürüdüğüm için, beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!”
Karalamalar, iftiralar, sevgiler ve nefretler sarmalına rağmen Abdülhamid Han Osmanlı sınırlarına ulaştığı her yerde ve dahil batıda bile unutulmak yerine saygı ile anılan büyük bir hükümdar olmaya devam etmektedir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu (K.S.)

Boykot'a nereden başlasak?

Bir Kitap: Dokuz Yüz Katlı İnsan