Bir Kitap: Dokuz Yüz Katlı İnsan



‘İnsani değerlerin güneşin altındaki buz gibi eridiği yüzyılımızda, insanın KİM olduğu ve sıkışıp kaldığı ontolojik dar alanlardan nasıl çıkabileceğini anlamak ve anlatmak öncelikli bir gaye haline geldi.’


İnsanı insana anlatmak….

Unuttuğumuz kendimizi bize tanıtmak….

Uzaklaştığımız benliğimize yeniden yaklaşmak…..

Dürüst olalım ki kitabın içindekiler kısmını açtığımızda hatta oraya bile gelmeden kapağına baktığımızda bize anlamsız gelen bir sürü kelime, terim kavramla karşılaşıyoruz. Bizi bize anlatmaya çalışan bu eseri anlayamayacağımız önyargısıyla çeviriyoruz sayfaları. Belki felsefe veya psikolojiyle, belki de tasavvufla daha önce bir şekilde tanışmış kişiler tanıdık terimler göreceklerdir. Ama onlara bile uzak gelen bir sürü şey olacağına inanıyorum.

Ama bilen bilmeyen herkese tanıdık gelecek bir şeyler var.Anlamasak da hissedebileceğimiz,bir yerlerden tanıdık gelen….

Tanıdık evet.
Biziz o tanıdık gelen şey.

Anlamaya başladığımız şeyler kitaptaki cümleler olmayacak. İnsan olacak yani kendimizi anlamaya başlayacağız. Daha önce tanışamadığımız, belki tanışmak istemediğimiz gerçek insan.

Erimeye başlayan insani değerler…


Nedir aslında insanı gerçekten insan yapan? Okuduğu bölümü mü, mesleği mi, ne kadar kazandığımı, kılık kıyafeti mi, boyu, kilosu mu? Kimdir asıl insan, kendimizi ne kadar tanıyoruz? Kendimizi ne kadar tanımak istiyoruz? Bir kitap herkese kendini anlatıyor olabilir mi? Nasıl olabilir ki? Hiçbir insan birbirine benzemiyor.(!)

Gerçekten de öyle mi sizce de? Nefis denen şey hepimizde yok mu?
Ya arzular, istekler?
Bencillik, cimrilik, nefret; sevgi, cömertlik, fedakarlık.
Bunlar her insanda yok mu?
 Hiç anlaşamayacağımızı düşündüğümüz hatta tanımak dahi istemeyeceğimiz bir insanla ortak bir yönümüzü gördüğümüzde bu kadar da şaşırmalı mıyız gerçekten?


‘Orta Çağ Katolik Kilisesinin, insanlığın MÜŞTEREK mirası olan tevhid inancından kopmasıyla birlikte; dogmatik, dar görüşlü, hurafe ağırlıklı bir insan ve dünya kavrayışı oluşmuştu.’

Bazıları bu kopuşu düzeltmek için kurtarma arayışına girerlerken bazıları da başka dinamikler oluşturmaya başlamıştı.’Bunlar Rönesans, Barok, Aydınlanma ve romantizm hareketleriydi.

İdeal bir insan tipi yaratılmak isteniyordu.’ Her akım kendince bir çözüm üretmeye bir cevap bulmaya çalışıyordu.Bu sebeple o dönemde birçok akım ve yeni düşünceler oluşmaya başladı. Freud, Nietzsche, Jung ve sonrasında başkaları….. İnsanı anlamaya, insanın özelliklerini tanımlamaya, davranışlara nedenler aramaya yönelik birçok yeni düşünce bilinçdışının keşfi, araştırılması incelenmesi sonucunu doğurdu.

‘Bu satırları okurken ‘‘aman canım bana ne Freud’dan’’ demek ne yazık ki pek mümkün değil. Freud ve psikanaliz, Freud’cu olsun veya olmasın, Batı dünyasının düşünce yapısını, hayata ve insana bakış tarzını derinden etkilemiştir. Bu etki sadece Batı medeniyeti ile sınırlı kalmamıştır. Özellikle Hollywood film endüstrisi ve televizyon vasıtasıyla bütün dünyaya yayılması söz konusudur.’’ diye belirtiyor Mustafa Merter. İlerleyen satırlarda da verdiği örneklerle daha anlaşılır hale getiriyor açıklamalarını.

Felsefeden anlasın veya anlamasın, insanların yazılanları daha iyi anlayabilmeleri için kitabın birçok yerinde örneklere başvuruyor yazar. Kimilerinde kendi hayatından,veya şahit olduğu başkalarının yaşadığı olaylardan kimilerinde ise büyüklerimizin söylediği sözlerden alıntı yapıyor.

William James in özet olarak vardığı sonuca bakacak olursak; her insanda ortak olarak bulunan bir huzursuzluktan söz edip insanın bu huzursuzluktan kurtulabilmesi için yüksek değerlerle temas kurması gerektiğini söyler. İnsanın yanlış ve doğru yönü vardır ama ilk aşamada insan hangi yönüyle özdeşleşeceğini pek bilemez ama ikinci kurtuluş aşamasında, bu tomurcuk gibi gelişmeye hazır yönüyle özdeşim kurabilmektedir.

Yüksek değerlere dikkat çekmek istiyorum bu noktada. Kitap boyunca da bahsedileceği üzere bir yatayda bir de dikeyde ilerlemesi vardır insanın. Manevi anlamda olan ilerleme dikey yönde olanıdır. İnsanın içinde bulunduğu huzursuzluktan kurtulması tasavvuf alanında da dikeyde ilerlemeye yani yükselmeye, yüksek değerlere ulaşmaya bağlanır.

Başlarda Avrupa’daki düşünceleri anlamaya başlarken tasavvufta bunların söylenmiş olduğunu ama Batı insanının pek de bu nokta üzerinde durmadığını okudukça daha net görebiliriz.

Aslında onların fark edip etmemesine bağlı kalmadan biz Müslümanların kendi değerlerine sahip çıkması ve onlardan ilerlemesi gerekmektedir. Çağımızdaki bu huzursuzluk hastalığını çözmek için Batılı filozoflardan, bilim adamlarından ya da sanatçılardan medet ummak yerine bize özümüzü her yönüyle anlatan, gerçek aşkı ve huzuru gösterenlerin yolunu takip etmeliyiz. Batılılara lafımız yok burada. Bizim bize lafımız var. Çok uzun yıllar önce sorulmuş. cevap verilmiş ve değişik şekillerde çözümler bulunmuş sorunlar aslında. Tasavvufla çözümlemiş büyüklerimiz ve insanı bize en güzel anlatan onlar olmuş. Mevlana’nın mesnevisi, Yunus’un şiirleri hala bize bizi anlatıyor. Anlamak istemediğimizden midir bilmiyorum ama hala başka yerlerde cevaplar aramaya çalışıyoruz.

‘Sonsuz barış/selam, güven/itminan aleminden sürgün edilmiş can, bir damla olarak hem acizliğinin farkındadır hem de kopup geldiği yerin özelliklerini bilinçdışı bir süreç olarak taşımaktadır.’
‘Denizinden uzak düşmüş çaresiz, aciz damla, dünyevi zaman boyutunda var oluş ve yok oluşun birbirini takip ettiğini görünce, ‘ölüm denilen sanal bir kavram oluşturur. Böylece tevhid aleminde asli olan ‘’ölüm doğum birliği’’nden kopuş, ikinci bir temel dualizme neden olur. Ego veya nefs olarak adlandırılan bu yanılsama, insana belki de varlığının en düzenbaz oyununu oynar.Sen ölümsüz olabilirsin,diyerek onu kandırır. Ölümü bastıran damla,geleceğe dönük girişimlerle ölümsüzlüğü arar.’
Üç temel dualizmden ikincisinden bahsettik.

‘Ego nun hayat projesine bakalım.Damlanın acizliğini ve sonluluğunu hatırlatacak tüm işaretlerden kaçınmayı öngörür.’ Acizliğini unutan insan ve ölümü unutan insan…. Biraz tanıdık gelmeli bizlere.

 Geçmiş ve gelecekten, zaman ve mekan kavramından daha önce düşünmediğimiz yönleriyle bahsediliyor kitabın ortalarına doğru. ‘’Hayallerimizde,(dünyevi zamana göre) sonsuzluk ölüme eşittir. Oysa an, tevhid yani sonsuzluk alemine açılan bir kapıdır.

‘’Kendinde olmak, aklı başında bulunmak, yıkılıp giden, geçmiş zamanı anmak demektir.Aslında geçmişi anmak da,gelecekten korkmak da Allah’a karşı perdedir.Her ikisini de yani geçmiş zamanı da,gelecek zamanı da ateşe at yak.’’

                                                                                           (Hz Mevlana)

‘Wilber insan ölümden korktuğu için kendi kendisini öldürür.’diyor. Ölümle kastedilense dikey yükseliş imkanının yitirilmesi, yani an kapısından geçerek gerçek ölümsüzlük alemine adım atamamaktır.’

Rasyonel akıl bir yansıtmalar toplamı olduğu için, yansıtma olmazsa ne görülür?

Akıl yansıtıyor,
Dünya oluşuyor.
Akıl yoksa
Dünya da yok.
Dünya zaten yok,
Varsa bir gören
Ve bir de görülen.
Belki de ne gören,
Ne de görülen.
Sadece ‘görmek’…
Ama görmek istersen
Görmek ‘de yok’.
İstemeden görmek,
İşte sana ‘’görmek’’.

Aydınlanma hareketinin sonunda insan bir sabun köpüğü olarak nitelendiriliyor.Her an patlamaya hazır, içi hava dolu sabun köpüğü…..

Oysa Mevlana o ‘hiç’i şöyle tanımlar:

A güzelim yoldaşım, sen alelade tek bir adam değilsin ki. Sen bir alemsin, sen bir derin denizsin. O senin muazzam varlığın yok mu, O belki dokuz yüz kattır.

O dibi, kıyısı bulunmayan bir denizdir, yüzlerce alem, o denize dalar gark olur gider.
            
Değinmek istediğim bir nokta var.
KADIN…..
Schopenhaur anlatıyor
‘’Yalnızca cinsel dürtülerle bulutlanan erkek zekası;cılız,dar omuzlu,geniş kalçalı ve kısa bacaklı cinsiyete,cins-i latif diyebilir…..’’

‘Oysa Hz. Mevlana’nın kadın hakkındaki görüşleri ne kadar da farklı!!
Kadın sadece sevgili değildir, kadın Hakk’ın ışığıdır, nurudur. Sanki o, mahluk değildir de halıktır.

Aslında değinmediğim çok nokta var kitaba dair. Sizler okuyun, görün, düşünün, keşfedin, tanımaya başlayın gerçek insanı ve gerçek huzura kavuşma dileğinde olun hep. Okuyun, bir de sizin ufkunuzdan ulaşalım sözcüklere.

Aynı satırları okuyup da farklı şeyler anlayan çok farklı insanlarız biz. Herkeste öylesine güzel bir bakış var ki. Hep birlikte olduğumuzda ve beraber baktığımızda aynı şeye ve farklı yönlerini gördüğümüzde daha da zenginleşecek dünyamız. Ve gerçek insanı tanımayı daha çok isteyeceğiz. Her insanda farklı farklı zuhur eden yansımaları Allah’ın sıfatlarını keşfetmeye çalışacağız inşAllah. Zıtlıklardan oluşan birliğin güzelliğini göreceğiz. Çokluktan gittiğimiz tekliği hissedebileceğiz zamanla.

‘’Ölünüz ölünüz;bu ölümden korkmayınız!Çünkü ölümle şu kirli topraktan kurtulur,göklere,ötelere yükselirsiniz!(……)Zindanı delebilirseniz,padişah da siz olursunuz,emir de siz olursunuz.(……)’’

Zehra Kaplan
TOBB ETU

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Boykot'a nereden başlasak?

Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu (K.S.)