Benim Hikayem 2: Namazın Getirdikleri
Ben 12. sınıfa geçeceğim yaz tatilinde örtünme kararı aldım. Eğer o zaman kapanmasaydım, en geç üniversiteye geçerken örtünmeyi düşünüyordum. Erken olmasına sebep olan şey, henüz bitememiş ergenliğimin ve karakterimin verdiği bir inattı; babamın “kapanırsa bu kapıdan adım atamaz” sözü benim için zaten yanması için sabırsızlıkla beklediğim bir fitili ateşlemiş oldu.
İnancı sağlam temellere oturmuş bir kimse Allah’ın izniyle o yoldan kolay kolay döndürülemez fakat örtünmeme giden yolculuğumda, yani lise yıllarımda, İslam’ı tanımaya başlasam da çevremdeki arkadaşlarım, okulumdaki ortam ve ailem dolayısıyla bir türlü oturtamadığım bir İslam anlayışım ve pratiğim vardı. Bir gün namaz kılmaya heveslenip öbür gün kız arkadaşlarımla boş sohbetlere dalmak o zaman bana mahsuru olmayan bir mesele gibi geliyordu. Ne zaman ki bunun böyle devam edemeyeceğini anladım -ki bu bende 2 seneye yakın bir zaman aldı- başta yakın arkadaşlarımdan sınıf içinde sıramı ayırmak, sonra okulumu hatta telefon numaramı değiştirmeye varan bir uzaklaşma sürecinin içinde buldum kendimi. Aslında benim planım o zaman oldukça rağbet gören açık liseye geçip, okulda başımı açıp durma sıkıntısıyla hiç uğraşmamaktı ama sanırım babam bunu fark ettiği için veya sadece örgün eğitim mezunu olmamı istediği için buna müsaade etmedi.
Benim ailem Müslüman fakat seküler yaşayan bir aile, İslam’dan ziyade farklı şeyleri hayatlarının merkezi yapmış insanlar. Bu sebeple onları yadırgamıyorum, fakat duamdan da eksik etmiyorum. Beni bugün olduğum insan yapan ahlaklı ve dürüst insanlar oldukları için onlarla gurur duysam da, çatıştığımız ve birbirimizi anlayamadığımız çok nokta var. Son yıllarda durumun bir “beyin yıkaması”, “zorlama” ya da “inat” olmadığını gördükleri için daha temkinli ve anlayışlı davranmaya çalıştıklarını da görüyorum. Onları anlayabiliyorum çünkü hiç bilmedikleri, aşina olmadıkları bir mecraya adım atmış kızları hakkında endişe ediyorlardı.
İtiraf etmem gerek ki bir çok zaman yalnız olduğumu zannettim. Derdimi anlatabileceğim, sinirlendiğimde koşabileceğim bir arkadaş, aile yakınına da sahip değildim. Hakkıyla dua etmeyi hala öğrenebildiğimi zannetmiyorum ama, biraz daha farkındalığım arttığı zaman, bu yalnızlığımı gidermeyi öğrendim. Hikayemi başkalarına anlattığımda ne kadar zorlanmışsın, maşallah neler yaşamışsın gibi tepkiler aldığımda, aslında o kadar da bir şey yoktu diyebiliyorsam, bu tamamen Allah’ın bana verdiği bir kuvvetten. Normalde her şeye sinirlenen, ağlayan bir insan olan ben, bu maceranın genelinde, aslında çok da zorlanmadığımı söylersem yalan olmaz. Zordu, ama yaşarken çok büyük acılar çekmedim. Çünkü koşulsuz şartsız sığınabileceğim Rabbim hep beni izleyip, duyuyordu. Her ettiğim dua kabul oldu demek değil bu elbette. Çünkü dua bir sipariş değil. Ama beni duyduğunu ve bana hayırlı olanı nasip ettiğini bildiğim, dayanıp sığındığım Allah’ım beni hiç yalnız bırakmadı. Yaşadıklarıma dayanamama noktasına geldiğim anlar olsa bile Allah’ın beni terk ettiği hissine hiç kapılmadım, kapılmam da nankörlük olurdu.
Ben neden kapandım diye kendime soracak olursam, cevabım namazlarımı 5 vakit eksiksiz kılmaya başladığımda kendimi giyiniş tarzımla ilgili rahatsız hissetmeye başlamam olur. Birçokları tarafından dekolte sayılmayacak şeyler giymek bana çıplak gibi hissettirmeye başladı. Daha önceden giydiğim kıyafetler beni hiç rahatsız etmezken, yanlarından bile geçememeye başladım. Hatta giderek okulda “örnek öğrenci” gibi giyinip dolaşmaya başladığımda, bir edebiyat öğretmenimin “Hayırdır kızım, tarz değiştirmişsin?” diyerek endişeli endişeli baktığını hatırlıyorum. Böyle oldu hocam dediğimde ısrarla bir cevap almaya çalışması ve yüzünde artan endişe beni o kadar rahatsız etmişti ki, kendimi tuvalette sinirden ağlarken buldum. Sınıfımda Allah’ın peygamberine ve kitabına yönelik edilen aşağılayıcı ya da çirkin sözler benim canımı acıtmaya, üzmeye ve öfkelendirmeye başladı. Bu bahsettiğim insanlar benim gayet sevdiğim, birlikte 2-3 yıl aynı sınıfta okuduğum arkadaşlarımdı. Her ne kadar onları sevsem de, lafları bana çok ağır gelmeye başladı ve ben de bu ortamda giderek ezilmeye başladım. Okulumu değiştirme kararımı da bu noktada aldım. Belki bu okuldaki ortam benim daha büyük adımlar atmaya cesaretim olmuş olabilir. Yaşanan bir kaç olaydan sonra daha fazla burada barınamayacağımı anlamış oldum. Şimdi geri dönüp baktığımda okuldaki tek örtülü kızın çok arkadaşı olmadığını, kimsenin onunla iletişim kurmaya yaklaşmadığını anımsıyorum. O liseyle ilgili çok anım var bu tarz ama, hepsini yazmama lüzum yok.
Namaz kılmaya başladığımı ve kapanmak istediğimi anneme söylediğimde, annem kireç gibi ama oldukça öfkeli bir yüzle, istersem namazımı kılabileceğimi, buna karışmadıklarını ama kapanamayacağımı, buna müsaadeleri olmadığını sert bir şekilde ifade etmişti. Bu olay babamın yukarıda bahsettiğim ifadesinden daha önce olmuştu tabii.
Kapandığım yaz Ankara’daki en sıcak yazlardan biriydi sanırım. Dershanede her gün klima açıp oturduğumuz dönemde, inanır mısız, o kadar da sıcakladığımı hatırlamıyorum. Üstelik doğru düzgün kıyafetim de olmadığından 3-4 kat giyindiğim bile oluyordu. Uzun kollu olan bir kıyafetim dar oluyordu, üzerine başka bir şey giymek zorunda kalıyordum bol ve uzun kollu olan başka bir kıyafetimin yakası açık olabiliyordu ya da bol ama yakası kapalı kıyafetlerimin kolları kısaydı. Yazın ortasında boğazlı giydiğimi ve bundan da pek şikayetlenmediğimi hatırlıyorum. Daha doğrusu şikayet etmek için bir sebebim yoktu, çünkü gerçekten o kadar da sıcak gelmiyordu.
Elbette ki doğal bir süreç olduğundan ben de terliyordum, bunalıyordum sıcaktan fakat, daha önce hiç olmadığı kadar kolay bir yaz geçirdim. Bu bir mucize değil aslında. Bunu şu kutsi hadisle açıklamak bana hiç de mantıksız gelmiyor:
“Allah Teala Hazretleri diyor ki: Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim. O , beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım, o bana bir zira’ yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” [Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizi, Da’avat 142, (3598)]
Kapandığım ilk iki hafta aileme söylemeye cesaret edemediğim için sokaktan çıktığımda örtümü takıp, yine sokağa girerken çıkarıyordum. Eve girene kadar “inşaAllah hiç erkek komşu falan görmem” diyerek yürüyordum. Kardeşim o zaman çok büyük değildi, 12 yaşında olması lazım, ona söylediğimde “tamam ama babam öğrenmesin çok kızar” demişti. Babam sırf feraceyle ve örtüyle gideceğim diye mezuniyet törenime gelmedi, benimle aylarca doğru dürüst konuşmadı. Annem sürekli ağladı, bana ağladı, bağırdı, arkadaşlarına ben nerede yanlış yaptım da bu kız böyle oldu diye ağladı, babama ağladı. Neden bilmiyorum ama çok ağladı, üzüldü. Sanki kızı çok yanlış bir şey yapmışçasına dövündü.
O zamanlar benim fırtınalı duygu durum dünyam ve örtü, namaz ve İslam mevzuları sebebiyle annem ve babamla çok büyük kavgalar ediyorduk, ben bu süreçte en çok yıpranan kişi oldum. Artık en ufak şeyde patlıyorum, küçücük sorunlarda sanki çok mühim olaylar yaşanmışçasına öfkelenebiliyorum. Bu sürecin bende bıraktığı en olumsuz olay ve belki imtihan da bu oldu. Bu süreçte de kardeşim benden giderek uzaklaştı. Maalesef ona ablası olarak güzel örnek olmam gereken bir tebliğ fırsatını kaçırıp daha çok evde bağırıp çağıran bir ablaya dönüştüm. Bu da beni oldukça üzüyor. Aynısı aslında annem ve babam içinde geçerli olabilir. Bu sürece dair en büyük pişmanlığım sabırlı olamayışım ve öfke kontrolümü sağlayamayışımdı. Dışarı karşı çok sakin ve temkinli olabildiğim halde evde bunu sağlayamamak beni çok üzüyor.
Kapandıktan kısa bir süre sonra ferace giymeye başladım. İlk feracem ipli düz bir feraceydi, sanırım 60 lira civarı bir para vermiştim. Liğme liğme olana kadar da giydim onu😄.
12. sınıf bittiğinde, dershanedeki arkadaşlarımla uzaklaşmamla birlikte büyük bir boşluğa düştüm. Üniversiteye ilk başladığımda, hazırlık sınıfımızda o kadar farklı insanlar vardı ki hangisiyle arkadaşlık kurmam gerektiğini çok kestiremedim. Ne zaman ki 2. sınıfta ikinci yabancı dil dersleri başladı ve ben Arapça sınıfında diğer şubedeki bir kızdan bir davetiye aldım işte o zaman hayatımda daha sürekli ve köklü bir değişimin içine hızla girdim. Bu davetiye vesilesiyle okulda bir topluluğun toplantısında tanıştığım arkadaşlarım, bugün benim için kardeş gibi olan bir sürü güzel insanı bulmamda ilk adımım oldu, daha sonra Karine gençlik topluluğuyla perçinlenen bu arkadaşlık , bugün ayrı olsak da koparmamaya çalıştığımız bağlarımızı korumaya itiyor beni. Çünkü, bu arkadaşlar vesilesiyle hadislerin, ayetlerin, Kur’an-ı Kerim’in konuşulduğu meclislerde bulunma imkanı buldum. Allah hepsinden razı olsun. Böyle bir imkanı bulan bir kimse, bu fırsatları kaybettiği zaman çok derin bir boşluğa düşüyor. Okumayı, sohbet etmeyi, tartışmayı özlüyor. Gerek lise yıllarında yaşadıklarım, gerek dershanede ve üniversitede edindiğim arkadaşlar aracılığıyla şunu gördüm, bir çoklarımızın duyduğu bir hadis benim hayatımda uygulamasını buluyordu:
“Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 19, Tirmizi, Zühd, 45)
Gerçekten de insan kiminle yiyip içer, kiminle dostluk ederse, onun halinden bir parça alıyor.
Konu benim için sadece örtünmek değildi anlayacağınız. Kendimi bulmam çok uzun yıllar aldı, hala da bu arayışın içinde olduğumu düşünüyorum. İlk tefsir dersine gittiğim zamanı, ilk kez Kur’an okumayı öğrendiğim anı hatırladığım zaman hamd ediyorum. Konu İslamca yaşayabilmekti. Bu yüzden gerek çekirdek gerek geniş ailemle defalarca belki gerekli belki gereksiz bir sürü kavgaya girdim, bir sürü şeyden vazgeçtiğim gibi vazgeçemediklerimin pişmanlığını yaşadım. Belki yaptığım ama fark edemediğim yanlışlarım oldu ve hala var.
Bu maceranın kilit noktası neydi diye sorarsanız, örtünmemdi demem, doğru düzgün 5 vakit namaz kılmamdı derim. Çünkü beni örtüye, diğer ibadetlere götüren şey de namazdı.
Ben namaz kılarak kendimin bilincine vardım, ve bunun sonucunda Kur’an’ı hayatıma uygulama çabasına girdim. Ve bu çaba, örtünmemi de kapsıyordu. Belki kapsadığı ve benim yapamadığım bir çok şey var, Allah bana bunları da yapmayı nasip etsin, yapamadıklarım içim mağfiret etsin.
Örtüye bir baskı veya kadını kısıtlama gibi bakan kişilere de naçizane şunu öneriyorum, eğer Allah’a inanıyorsanız, Kur’an’la hemhâl olmaya çaba gösterin, dua etmeyi deneyin. Böylece aileniz bilmiyor olduğu halde size bir şeyleri zorluyorsa belki siz onlara hâlinizle etki edersiniz. Benim etrafımda ailesi mutaassıp bir aile olmasına rağmen evladının giydiklerine, ilim öğrenme çabasına müdahil olan çok insan tanıyorum. Arapçasını okuyamıyor musunuz, Kur’an’ın mealini okuyun. Sorun, araştırın, öğrenin. Ve bunu yaparken Kur’an ayetleri dışındaki her şeyin kaynağını sorgulayın. Örneğin biri size bir hadis aktarıyorsa ravisini öğrenin. Rasulullah(sallallahu aleyhi ve sellem)''n sünnetinden kopmamaya dikkat edin.İnanmayanlara da aynısını öneririm fakat kalpleri evirip çeviren tek Allah, herkes kendi iradesince yaşıyor, kimseyi inanmaya zorlayamam.
Allah’ın bize sık sık sorduğu, Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen bir ayetle bitireceğim yazımı biiznillah:
Hiç düşünmez misiniz?
Sadak Allahu’l azim.
Esselam.
Yorumlar
Yorum Gönder