Bir Film: Cennetin Çocukları
Selamun aleykum, sevgili Karine Blog okurları,
Bir film köşemizde, yönetmenliğini Mecid Mecidi’nin yaptığı Cennetin Çocukları filmine yer verdik. Bilkent Üniversitesi’nde yapılan film gösteriminde izlediğimiz bu film insanlığın el değmemiş vicdanına değiniyor aslında. Cennetten düşmüş insanın özünde ne olduğunu, Zehra ve Ali öznesinde “cennetin çocuklarıyla” gösteriyor. Filmin, fakirliği bir sefalet olarak değil, aksine, asalet olarak taşıyan bir aileyi konu aldığını söylüyor Enver Gülşen Hakikatin Sineması kitabında.
1997 yılı yapımı olan Cennetin Çocukları; ekmeğini çok çalışarak çıkaran fakat evin kirasını bile zorla ödeyebilen bir babayı, hasta bir anneyi ve günün farklı saatlerinde okula gidip aynı bez ayakkabıyı paylaşan iki kardeşi, Ali ve Zehra’yı, konu alıyor. Yeni bir ayakkabıyı alacak durumlarının olmadığını bilen birinci ve üçüncü sınıf öğrencisi kardeşlerin aynı ayakkabıyı paylaştıklarını ise hiçbir zaman ebeveynleri öğrenmiyor. Çünkü biliyorlar ki ayakkabı alabilmek için babaları borç almak zorunda kalacak. Bu sırrı saklamalarında kendi aralarındaki cennet temizliğindeki kardeş sevgisinin de etkisi yadsınamaz. Babaları olan Kerim bey ise, bunca sıkıntının arasında hiçbir zaman işi gereği kendisine emanet edilen şekerlerden bir tane bile olsa almayarak güvenilirliğin ve güzel ahlakın temsilcisi oluyor bir sahnede.
Cennetin Çocukları filminin biçim açısından İtalyan Yeni-Gerçekçilerin filmlerine benzetildiğini söyleyen Gülşen, bu görüşü hatalı bulur. Da Sica’nın Bisiklet Hırsızları İtalyan Yeni-Gerçekçiliğinin en önemli filmlerindendir ve iki filmi karşılaştırarak bu fikrini destekler:
“Bisiklet Hırsızları’nda, çalışmak için mutlaka bisiklete ihtiyacı olan bir kişinin bisikleti çalınır. Kahramanımız, o çalınan bisikleti her yerde arar ama bulamaz. Bunun üzerine o da gider başkasının bisikletini çalar.
Batı tipi rasyonel, politik bireyde bu artık bir “hak” demektir. Mademki toplum benim fakirliğime bu derece duyarsız, o zaman ben de çalabilirim diyebilen bir anlayışla, ne olursa olsun çalmanın insan fıtratına ve Allah’ın insana verdiği yüce güzelliğe aykırı olduğunu bilen bir anlayış karşı karşıyadır.”
Sade bir anlatımla Doğu insanının hayatına bir pencere açan Mecid Mecidi; sevgiyi, hüznü, çaresizliği ve mutluluğu olduğu gibi yansıtmayı başarırken bizi de duygulara dahil olma konusunda filmin bir parçası yapıyor. Şahit olduğumuz hikayenin muhasebesini yaptığımızda ise günümüzün şımarıklığıyla, filmdeki ailenin kendilerine asalet katan fakirliğini karşılaştırmadan edemiyoruz. “Bu renk ayakkabı kıyafetime uygun değil”, “rugan botum var zaten bir de süet olmalı” tarzı düşünceler ve beğendiği şeyi aldırmak için alışveriş merkezlerinde ağlama krizlerine giren çocuklar geliyor aklımıza. Çocuklara verdiğimiz değeri aldığımız eşyalarla kıyaslamaya başladığımızda, sevgiyi öğretemeden şımartıyoruz. Sevgiyi metaalaştırıyoruz bir bakıma. Ve daha küçük yaşlardan itibaren “cennetin çocukları” özelliklerinden uzaklaşmış şekilde adımlıyorlar, adımlıyoruz bu dünyayı. Eşyadan da öte bir kardeşliğin, aile olabilmenin tablosunu çiziyor Cennetin Çocukları filmi.
Filmin afişinde de karşımıza çıkan, daima tertemiz umutlarla dolu iki kardeşin oyun sahnesi, hayatımızda kendi kendimize büyüttüğümüz küçük mutsuzluklarla nasıl başa çıkabileceğimiz hakkında da ipuçları veriyor. Hüznün ve fakirliğin cennet saflığındaki çocukların gözünden yorumunun, Kuran ve sünnet idealinde bir yaşama vesile olması duası ile. İyi seyirler
*Gülşen, Enver. Hakikatin Sineması. Külliyat Yayınları. 64-65
Yorumlar
Yorum Gönder