Bırakın Sular Aksın
Birinin bize hissettirdikleri, o birinden mi
kaynaklanıyordur yoksa bizden mi? İçimizde uçuşan kelebekler ya da fitillenen
ateşler ne kadar bize ait, ne kadar
bizden?
Zor sorular bunlar. Tekil cevapları da yok
belki, ama sanıyorum ki; seven ve sevilen, nefret eden ve edilen birbirinden bu
kadar uzak değil. Birini ya da bir şeyi sevmiş olmamız, içimizde
büyüttüğümüz sevgiyi bir başka idrake
akıtma kararı almamız büyük cesaret ister. Çünkü gönül âleminde verilen, geri
alınmaz. Sevdiğimiz ya da sevmediğimiz birine açtığımız taraflarımız, paylaştığımız
duygularımız silinemiyor ne yazık ki. Dönüşüyor belki. Aşk nefrete, acı
şefkate, keder sükûnete... Ama yok olmuyor. Kurulan bağlar öyle kolayca sökülüp
atılamıyor.
Bir sebebi de bu belki; Ortaya çıkan sevme ya
da sevmeme eyleminin içinde, sevilen ya da sevilmeyenle birlikte biz de varız.
Başroldeyiz diyemeyeceğiz çünkü bu işler ‘’rol biçmeyle’’ yürümüyor. Rol
kapmayla da yürümüyor. Yer edinme olabilir belki. Bir hikayede yer edinme, bir
gönülde yer edinme... İyi ya da kötü...
Biraz edilgenlik gerekiyor. Bazen eden bazen
edilen olma, severken sevilen olma... Razı olma... Böylece yürüyor, su akıyor, yolunu
buluyor. Diğer türlü zor. Bencil insan tüm pınarları kurutacak ateşe sahip. Ne
acı...
Sevme ya da sevememe biçimimiz de, bizi bize
anlatan kendimizle tanışmamıza randevu ayarlayan güzel ipuçlarından. ’’Nasıl
seviyorum?’’ ya da ‘’ Nasıl sevmiyorum?’’ ...
Sevdiklerimiz ve sevmediklerimizden biraz
uzaklaşıp bu soruları soralım kendimize. Dışarıdan içeriye bir yolculuk yapalım
böylece. Şahsiyetli insan olmak, dışarısıyla değil daha çok içerisiyle alakalı bir
mesele. Fakat bize kendini sevdiren, öfkelendiren, yaklaştıran ve uzaklaştıran dış
güçlerin niteliği de önemli. Seçimlerimiz bizi ‘’biz’’ yapar. Neyi ve kimi
seçtiğimiz, bizdeki eksik parçalarla yumuşak taraflarımızla ilişkili olabilir.
İnsanın kendini keşif yolculuğunda işini kolaylaştırabilir. Dışarıda çok
oyalanmadan kendi ruh maceramızda uzun yollar kat edebiliriz. Kendisiyle barışık
değil de kendisiyle tanışık bir insan olabiliriz zamanla.
Bu hâlden hâle girişler arasında, bir ‘hâl’
dili kazanabilirsek daha berrak ve derin insanlar oluruz. Sevgisizlikten, kin
gütmekten, intikamdan ve hasetten temizleme derdine düşeriz kalbimizi.
Kötülükleri soruşturan değil, savuşturan
dillerimiz ve ellerimiz olsun istiyoruz. Bunun için de öncelikle yapmamız gereken
içimizdeki eğrilikleri, çirkinlikleri düzeltmek. Burayı ‘tamam’ edersek bizden
haricini düzeltme derdine düşebiliriz.
Burayı ‘tamam’ edebilmişsek eğer bu dünyadaki
saadetin anahtarını kazanmışız demektir. Çünkü esasında kendini seven,
Yaratan’ını sever, O’nun yarattıklarını sever, O’nun sevdiklerini sever, bunları
severken aslında hep kendini sever. Bilir
ki, sevginin ve sevmenin sebebi de kaynağı da O’dur. Sevmiştir de yaratmıştır.
Çok dağılmadan toparlayalım. Yolculuk ‘bura’dan başlar. Tam olduğumuz yerden, yani kendimizden. Burayı toparlamazsak,
içimizdeki dağınıklık ve kargaşa ayaklarımıza takılır, yol alamayız.
İçimizdeki
‘Nur’la tanışmak ve o ‘Nur’a ulaşmak için, bismillah!
Yorumlar
Yorum Gönder