Objektiflerin Arkasında Yaşam
Güne kuş cıvıltılarıyla
başladığımız mevsimlere ulaştık elhamdülillah. Sabah namazının ardından serin
ve tatlı bir esintiyle beraber kulaklarımız okşanıyor ve yeni bir solukla
bismillah diyoruz. Manzara güzel ve huzurlu.
Kimi zaman başkalarının story’lerinden tanıklık ediyoruz bu sahnelere,
kimi zaman da “bir story de ben paylaşayım bu manzara ile” şeklinde düşünceler
beynimize hücum ediyor. Bir fotoğraf veya video paylaşıp, anı yaşamayı unutuyoruz çoğu zaman. Güzel olanı paylaşmak,
çoğaltmaktır elbette. Hem, şükrümüzü de artırır Yaradan’a karşı, değil mi?
Mesela dünyaya yeni gözlerini açmış küçük bir kuzuyu ekranların ardından görmek
bile büyük şükür ve tefekkür vesilesidir, baktığımızın içindeki yaratılış özünü
fark edebiliyorsak :)
Ameller niyetlere göre
olduğu gibi, sosyal medyayı kullanma biçimimiz de niyetlerimize göredir zannımca.
Bu mecradaki aktivitelerimde güzeli görmek midir asıl niyetim, görülmek midir veya
yüzy üze geldiğimde selamlaşmayacağım insanların hayatlarını takip etmek mi? Her
birimizin bu konudaki serzenişlerini duyar gibiyim. Her saniyesi kıymetli olan
hayatımızı, istenerek bileti verilmiş başka insanların anlarında harcıyoruz.
Zihnimizden, belleğimizden ve hayatımızdan çalıyoruz çoğunlukla. Bir fotoğraf
karesine sığdırılmış perspektiften dünyaya açılıyoruz, henüz kendi içimizin
deryalarına dalamadan.
Fatma Barbarosoğlu Gören
görünenden üstündür adlı
yazısında, objektiflerin ardından baktığımız dünyalarımıza farklı yorumlar
getirmiş. “ ‘Görünme’, iktidarı mutlak bir güç olarak elinde tutmak isteyenler
için, azametin azalması manasına gelir” diyor bahsi geçen yazıda. Görünerek var
olma peşinde olan günümüz insanları olan bizlerin üstünlük algısının eski
zamandan bu yana değiştiğini görmek mümkün. Daha çok takipçi, üzerimizdeki daha
çok göz ve aslında daha fazla kısıtlanmış bir özgürlük alanı demek.
Bir diğer değinmek
istediğim konu ise, sosyal medyanın maddi hayatımızdan da çalıyor olduğu. Takip
ettiğim sayfalar son zamanlarda yeni sezon ürünleriyle karşıma çıkarken, kanaat
ekonomisi tabirini unuttuğumuz bu günlerde ihtiyacım olmayan şeyleri almamak
için kendimi zor tutuyorum. En güzele giden yolun sadelik ve kanaatkârlıktan
geçtiğini unuttuğumuzdan beri çırpınışlarımız artmaya devam ediyor. Instagram’ı
bu açıdan teknolojik hayatın vitrini şeklinde zihnimde canlandırırken, yazımı
Mustafa Kutlu’nun Vitrinde Olmak kitabının arka kapak metniyle sonlandırmak
istiyorum.
“Geçen asrın (XIX.) ortalarına kadar
ülkemiz esnafı dükkânına vitrin yapmıyordu. (Vitrin bize batıdan gelmiş, önce
azınlıklar uygulamıştır.) Kepenkleri ve kapıyı açıyor, uygun bir yerde ise
malının bir kısmını dükkânın önüne koyuyordu. Malın satışı hususunda özel bir
gayreti, (süsleme-paketleme-cilalama vb.) görülmüyordu. Zaten malı olduğundan
farklı göstermek (yani çirkini güzel kılmak, malı olduğundan fazla parlatarak
müşterinin aklını çelmek) âdaba aykırı sayılırdı. Sonunda bizde de şu söz kanun
oldu: 'Vitrinde olmaz isen satış şansın yoktur.”
Çok okuyup, çok farkında
olduğumuz ve hayatımıza olumlu eleştirilerle her gün yeniden doğduğumuz hayırlı
bir Şaban ayının ardından Ramazan ayına ulaşalım inşallah hep beraber :)
Alıntılar:
Barbarosoğlu,
Fatma. “Gören, Görünenden Üstündür” Anlayış
Dergisi, June 2003, www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?makaleid=2852.
Kutlu, Mustafa. Vitrinde Olmak. Dergah Yayınları, 2015.
Yorumlar
Yorum Gönder