Sn. Prof. Dr. Mehmet Görmez: Cenab-ı Hak Sizi Doğru 'Karine'lerden Ayırmasın!
30 Nisan 2017 Pazar günü,
gelenekselleşen Karine Buluşmalarımızın üçüncüsünü Ahmed Hamdi Akseki Camii’nde
gerçekleştirdik elhamdülillah… Gelenlerin elleri kitap takası sayesinde yeni
kitaplarla, Karine’nin bez çanta ve kitap ayraçlarıyla, hatta kitaplarına ve özel
baskılara yazdırdıkları kaligrafilerle doldu. Gönüllerini ise Diyanet İşleri
Başkanı Sn. Prof. Dr. Mehmet Görmez ve Eşi Hatice Görmez, Kevser Elitaş ve Ayşenur Erken
hocalarımız sohbetleriyle doldurdular. Davetlerimizi kabul eden hocalarımıza
minnettarız. Allah onlardan razı olsun.
Yoğun programında bize yer ayıran
Diyanet İşleri Başkanı Sn. Prof. Dr. Mehmet Görmez’e özel olarak teşekkür ediyor ve
dinlemekten büyük bir keyif aldığımız konuşmasını siz Karine okurları ile paylaşıyoruz..
Akşam
mesajınızı bana okurken Hatice Hanım, hakikaten çok duygulandım. Bir taraftan
üniversite öğrencileri olarak burada yaptığınız bu küçük etkinlik, bir taraftan
Mardin-Dargeçit’teki kardeşlerinizi düşünerek yaptığınız çalışma her türlü
takdiri hak ediyor. Allah hepinizden razı olsun.
Bilhassa
biz Müslüman ümmeti, bazı konularda Peygamber Efendimiz (sav)’in belirlediği
hedefleri yakalayamadık. Yani, ben son zamanlarda konuşmalarımda da ifade
ediyorum. Peygamberimiz (sav)’in sünnetlerini 3’e ayırıyoruz: Sözleri, fiilleri
ve takrirleri(Takrir: Onay. Yanında yapılan herhangi bir şeye onay
vermesidir.). Bunların dışında bir de özlemleri vardır. Özlemleri ise ümmete
gösterdiği gelecekte gerçekleştirmemizi istediği şeylerdir. İşte o
özlemlerinden biri de bizleriz. Bir gün bir hutbe esnasında “özlüyorum”
buyuruyor Efendimiz. Sahabeler “kimi?” diye sorunca, “Ben kardeşlerimi
özlüyorum.” diyor. “Peki, biz senin kardeşlerin değil miyiz?” deyince, Peygamber
Efendimiz (sav): “Siz benim ashabımsınız, benim asıl kardeşlerim beni görmeden
iman edenlerdir.” buyuruyor.
Hemen
hemen her konuda, inanç ve ahlaki temel ilkeler hususunda, kadın konusunda,
dünyayı bir güven yurduna dönüştürme konusunda, kız çocukları konusunda
özlemleri var Peygamber Efendimiz (sav)’in. Efendimiz bunların hepsini kendisi
gerçekleştirme imkânı bulamamıştır ve bu görevi ümmete vermiştir. Ben kendimi
şahsen hadis talebesi sayarım. 20 yılı Ankara İlahiyat fakültesinde hadis
hocalığı yaptım. Efendimiz (sav)’in miras olarak bıraktığı ve okumadığım hadis
külliyatı olmadı elhamdülillah. O külliyatların, hadislerin içinde bilhassa hanımlar
ve kız çocukları konusunda yaptıklarını, söylediklerini ve özlemlerini dikkate
aldığımızda, Peygamber Efendimiz’in özlemlerini gerçekleştiremediğimiz kanaatindeyim.
Bilhassa kadın ve ilim konusunda… Çünkü Allah Resulü, Medine’ye hicret
ettiğinde orayı adeta açık üniversiteye dönüştürdü ve orada kadın-erkek herkes
talebe oldu, tahsil gördü. Nitekim bu talebelerden biri de Hz. Ayşe’dir. Hatice
Görmez’in doktora tezi de “Hz. Ayşe’nin Kur’an Yorumuna Yaptığı Katkılar”dır. Hz.
Ayşe gerçekten müthiş bir modeldir. Evet, Hz. Hatice efendimizin hayatında
önemli bir yere sahiptir. Bilhassa mücadele döneminde peygamberi mesajın
insanlığa iletilmesi konusunda yaptığı çalışmalarla çok önemli bir modeldir.
Bir anne, bir eş olarak büyük bir örnektir. Hz. Hatice ile Hz. Peygamberin
arasındaki ilişki belki kıyamet sabahına kadar örnek olabilecek en güzel
ilişkidir. Bizim kültürümüzde anladığımız bir karı-koca ilişkisi değildir. Bir
dostluk, arkadaşlık ve dava arkadaşlığı ilişkisidir. Duha Suresi’nde “Seni
fakir bulduk, zenginleştirdik.” Mealindeki ayetteki o fakirlik kısmı Hz.
Hatice’den önceki kısımdır. Zenginlik de Hz. Hatice ile evlenmesidir. O
zenginlik maddi zenginlik ya da fakirlik değildir… Hayatın her aşaması, ilk
vahyi paylaşması, vefatının “Senetü’l Hazen” olması… Hz. Hatice’nin vefat
ettiği yıl “hüzün yılı”dır.
Hz. Ayşe ise İslam kadını ile vahiy-ilim-bilgi
ilişkisi açısından en önemli bir örnektir. Yeryüzünde sahip olduğu ilmi Resulullah
kadar eşiyle paylaşan başka bir alim, peygamber yoktur. Hz. Ayşe’nin 5000 kadar
hadis rivayeti vardır ve bu hadisler İslam esas ve kaideleri açısından çok
önemli hadislerdir. Evlendiği andan itibaren vefatına kadar kendine gelen vahyi
ve o vahiyden edindiği bilgiyi eşiyle Resul-i Ekrem kadar paylaşan bir kişi
yoktur. Allah nasip etse de ahirette mülaki olma şerefine nail olsak soracağım
sorulardan birisidir: “Ya Resulullah bu kadar uğraş, mücadele, zorluk, savaş,
arasında bu ilmi Hz. Ayşe’ye nasıl anlattınız?” Diğer taraftan Hz. Ayşe de iyi
bir alıcı… Müthiş bir talebe. Valideyi görme şerefine nail olsak da yine “Nasıl
fırsat bulup bütün bu soruları sordun ve cevaplarını aldın?” diye sormak
isterim.
Hz.
Ayşe’nin çok önemli bir özelliği vardır: Din-akıl ilişkisi konusunda ümmetin
tamamına örnektir. Herhangi bir sorun teşkil eden bir konu varsa, insanın
içinde ukde kalacak bir durum varsa hemen itiraz edip İslam-akıl ilişkisi
bakımından durumu çözümleyen üç büyük sahabe vardır. Bunlardan biri Hz. Ömer’dir.
Biri Abdullah İbn-i Abbas’tır -ki kendisi ‘Tercüman’ul Kur’an’ olarak bilinir-.
Bir diğeri de Hz. Ayşe’dir. Hz. Ayşe Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra
pek çok yanlışı düzeltmiştir. Resulullah hayattayken de kendisine bir ayet okuduğunda
ya da bir hadis söylediğinde, en ufak bir şüphe duyarsa soruyordu,
sorguluyordu.
Resulullah’ın
Medine’de genç kız ve kadınlara bu yönde bir şahsiyet kazandırdığını görüyoruz.
Bir bayram hutbesi düşünün. Bayram hutbesinde Mescid-i Nebevi herkesi almadığı
için meydanlarda namaz kılınıyor. Hutbede Hz. Peygamber(sav) var. Medine’nin
tamamı orda. Hutbede bir şey söylüyor. O sene de Medine’ye çok göçebe insan
gelmiş ve herkes aç, sefil. Bir de Kurban Bayramı. Peygamber Efendimiz de onlar
için yardım topluyor. Bilal Habeşi insanları tek tek dolaşarak yardımlar topluyor,
kadınlar kendi süslerini veriyorlar. Peygamber Efendimiz orada kadınlarla
ilgili çok mühim ve kritik şeyler de söylüyor. Hadis rivayetlerine göre bu
esnada sahabeden Abdullah İbn-i Mesud’un Hanımı Zeynep Es-Sakafi ayağa
kalkıyor.
-“Ya
Resulullah biz kadınlarla ilgili böyle dedin ama bunu nasıl böyle söylersiniz,
izah edin” diyor.
Bunu
söyleme cesaretine sahip bir kadın düşünün… İsterseniz şöyle yapalım ben
haftaya burada (Ahmet Hamdi Akseki Camii)’nde hutbe okuyayım. Sizden biriniz de
kalkıp kafanıza takılan bir şeyi “Sayın Diyanet işleri başkanım, siz böyle
dediniz de, burası olmadı” diye bir sorun isterseniz. O sahneyi bir düşünün.
Herhalde bütün manşetlerde olursunuz. Herkes itiraz eder. Ama Peygamber Efendimiz
Medine hanımlarına bu cesareti vermişti. Zeynep es Sakafi’nin sorduğu bu hadisin
içeriği de şudur: Efendimiz (sav) “Ey kadınlar topluluğu siz de sadaka
vermelisiniz” diyor. Arkasından da “Kadınların cehennemden kurtuluşu için bu
gereklidir.” mealinde bazı şeyler ifade ediyor. Şu an günümüzde de zaman zaman
istismar edilen “Kadınların çoğu cehennemliktir.” ifadesi de o hutbeden
çıkarılan bir ifadedir. Bizim ilk şearihlerimiz, bunun kıyamet sabahına kadar
gelecek kadınlarla ilgili olmadığını, cinsiyetçi bir ayrım yapılmadığını,
Medine’nin o gün ve o durumu için söylendiğini ifade ederler. Zeynep hem
sorusunu soruyor hem açıklamasını alıyor ve eve geliyor. Zeynep es-Sakafi eşi Abdullah
İbn Mesud’u karşısına alıyor ve
-“Senin yüzünden sadaka
bile veremez oldum. Sana ve çocuklarına yediriyorum.” diyor. (Abdullah İbn-i
Mesud’un önceki evliliğinden 9 çocuğu vardır.)
Zeynep
Es-Sakafi ise 10 mahalleden ibaret olan Medine’nin 9 mahallesinde 9 ayrı demirci
atölyesi bulunan zengin bir esnaf hanım. Abdullah İbn-i Mesud da “Abadile-i
Erbaa”dır. Yani Peygamber Efendimiz’in hayatındaki 4 önemli Abdullah’tan
biridir. (Abadile-i Erbaa:Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Mesud, Abdullah
bin Ömer, Abdullah bin Amr bin As’tan oluşur.) Çok büyük sahabelerdir. Ebu Cehil’i
öldüren ve Efendimiz’in kendisinden Kur’an’ı çok dinlediği bir sahabe Abdullah İbn-i
Mesud..
Zeynep
Es-Sakafi:
-“Alnımın
teri ve elimin emeği ile kazanan bir kadınım ama seninle ile evlendikten sonra sana
ve 9 çocuğuna harcamaya başladım, sadaka veremez oldum” deyince Abdullah İbn-i
Mesud,
-“Bana ve çocuklarıma yedirdiğin de
sadakadır.” der. Zeynep aynı fikirde olmayınca Efendimiz’e
danışmaya giderler. Huzura girerler. “Bugün aramızda Abdullah ile aramızda bir
husumet çıktı.” diyerek Zeynep es-sakafi durumu anlatır.
Efendimiz,
“Ey Zeynep, Abdullah’a ve çocuklarına
yedirdiğin her şey için senin için iki ecir vardır. Bir sadaka verdiğin için,
bir de yakınına verdiğin için.” buyurur.
Bunun
gibi Peygamber Efendimizin hayatında pek çok örnek var. Genç bir kızı babası
zorla kardeşinin oğluyla, o kabilecilik ruhuyla evlendirmek ister. Genç kız
Peygamber’e gidip babasını şikâyet eder. Peygamberimiz aleyhisselam babasını
çağırır. Babasına der ki:
-Kızlarının
izni olmadan hiçbir baba kızını zorla herhangi bir kimseyle evlendiremez.
-Öyle
mi Ya Resulullah?
-Öyle.
-Peki,
der ve kabul eder. Ardından kız der ki;
“Ya
Resulullah bu yaptığınız için teşekkür ediyorum ama şimdi babamın söylediği
şahısla evlenebilirim.” Resul-ü Ekrem “Madem evlenecektin neden babanın şikâyet
ettin?” deyince, “Babalar bu konuda
yetkilerini öğrensin diye sana getirdim.” der. Bu da Resul-i Ekrem’in
Medine’de nasıl bir eğitim verdiğinin, genç kızlara nasıl bir cesaret verdiğinin,
nasıl bir şahsiyet kazandırdığının yine çok güzel bir örneği.
Aynı şekilde Berire ile Muiz örneği…
Muiz, Berire ile evlenmek istiyor. Berire de aslında özgürlüğüne yeni kavuşmuş
bir cariye idi. Kendi hür iradesiyle ilk defa birisiyle evlenme hakkına sahip
oluyor. İlk karşısına çıkan da Muiz isimli birisi. O da Muiz’e hayır diyor. Olmaz
senle evlenmem diyor.
O
da Peygamberimiz Aleyhisselam’a gidiyor. Gözyaşı dökerek “Ya Resulullah ne
olursun bana yardımcı ol.” diyor. Peygamberimiz Aleyhisselam da Berire’yi davet
ediyor huzuruna. Diyor ki:
-Berire,
Muiz ile evlen, diyor.
Soru
şu Berire diyor ki, “Ya Resulullah, bunu
Allah’ın resulü olarak mı benden istiyorsun yoksa iki insanın arasını bulan bir
arabulucu olarak mı bunu istiyorsun?” Peygamber Efendimiz (sav) de “Ben
sadece arabulucuyum” deyince Berire de “O zaman kusura bakma ben O’nunla
evlenmem.” diyor.
Buna benzer gerçekten çok muhteşem
örnekler var. Hem Kur’an-ı Kerim de hem Hz Peygamber’in hayatında. Fakat üzülerek
belirteyim ki daha sonra örfler, adetler bu konuda dinin prensiplerinin önüne
geçti. Ve pek çok yanlış düşünce ve telakki İslam’ın önüne geçti. Zaman zaman
bunu istisnaları oldu. Mesela Endülüs bunun istisnasıdır. Tabiun asrında çok
önemli örneklerimiz vardır. İmam Buhari’nin dokuz hocası kadındır. Bizim Buhari
dediğimiz meşhur hadis kitabını bize kazandıran büyük alimin, kendisinden hadis
aldığı hocaları arasından dokuzu kadındır.
Bilhassa Müslüman kadınların sahabeden
itibaren hadis ilmine verdiği çok emekler vardır. Ebu Hanife’nin meşhur
talebelerinden birisi, daha doğrusu Said bin Müseyyeb, meşhur bir tabiundur. Tabii
alimlerinden bir tanesidir. Çok kıymetli bir talebesi vardır. O talebesi daha
sonra Hanefi mezhebinin de en önemli imamlarından birisi olacaktır. Said bin
Müseyyeb onun büyük bir alim olacağını görüyor biliyor.
Neticede bir gün talebe derse gelmemeye başlıyor. Bunun
üzerine Said bin Müseyyeb talebesinin evine gidiyor. Gidiyor ki, evde kötürüm
felç olmuş bir anne var. Hiç kimsesi yok. Kendisinin de eşi vefat etmiş, annesine
bakmak zorunda kalmış. Dolayısıyla derslere gelememeye başlamış. Bunun üzerine
baba gelir evine ve kızına der ki;
“Kızım çok iyi bir
talebem var ama annesi evde hasta, derse de gelemiyor. Ben sana çok layık
görürüm evlenmeyi düşünmez misin der bu talebemle.”
Kızı
da bu teklifi kabul eder. Bu hanımefendinin ismini unuttum tabi. Hem pek çok
hadis rivayetinde yer almıştır hem de fıkhi fetvası vardır. Ve evlenirler. Evlenir
ertesi gün hemen çantasını toparlar. Gelin hanım, “Nereye gidiyorsun? deyince, Said
hocanın ders halkasına gidiyorum” cevabını alır. Hanımefendi kocasına der ki;
“Otur,
babam Said’den öğreneceğin her ilmi ben sana öğreteyim.”
Böyle çok müstesna ilmi şahsiyetler
vardır. Dediğim gibi Endülüs medeniyeti bu açıdan araştırılması gereken örnek
bir medeniyettir. Orada İbn i Hazm’ın, İbn Rüşd’ün felsefe halkalarında nice kadınlar
ders almışlardır. Sadece hadis ilmi değil başka ilimlerde de öyle. Ama üzülerek
belirteyim, bizim tarihimizde örfler, adetler, gelenekler zaman zaman bunun
önüne geçmiştir. Ve büyük zararlar görmüşüz.
İki kanatla uçan bir ümmet
olamamışız. Yani evet aile çok önemli, çocuklar yetiştirmek çok önemli ama
annenin alime olması, annenin ilim sahibi olması, daha iyi olmaz mıydı? Her
anne sadece çocuğu dünyaya getiren ve onu emziren yetiştiren bir kadın değil de,
aynı zamanda sütle beraber ilim ve irfan veren bir anne olması bizim yararımıza
olmayacak mıydı?
Üzülerek belirteyim yani çok kısa
bir müddet sonra pek çok yanlış düşünce ve telakki ortaya çıktı. Bunlar hala
var ve hala İslam’a mal edilir. Bunları inşallah sizin nesliniz düzeltecektir. Sizler,
her biriniz, İslam’ın kadınına verdiği o yüksek iffet ve hayâ duygusuyla
beraber, yüksek edeple, ilim ve irfan sahibi olarak bunları düzelteceksiniz.
Ki
haya dediğimiz şey de öyle sadece basit bir utanma duygusu değildir. Hayâ hayattır.
Kur’an dilinde hayâ ile hayat aynı kökten gelir. Bunlar birbirinden ayrı
düşünülecek şeyler değildir. Hayâ kalpten dışarıya yansıyan bir şeydir. Onun için
sadece örtü ve örtünme ile ilgili asla değildir. İnsanın kalbinden hayata yansıyan, zihninden hayata yansıyan bir
şeydir.
Bir gün Peygamberimiz hutbede “Allah’tan
gerçek manada hayâ ediniz.” Buyurdular. Sahabe “Elhamdülillah biz hayâ sahibiyiz
Ya Resulullah, ne demek istedin?” diye sorduklarında “Gerçekten Allah’tan hakkıyla hayâ edenler kafasını ve kafasının ihtiva
ettiği bütün organları her kötülükten koruyacak.” cevabını veriyor. Yani
dili kötü sözden, gözü kem bakıştan, kulağı kötü şeyleri işitmekten, aklını ve
zihnini kötü şeyler düşünmekten muhafaza etmeyi hayâ olarak adlandırıyor. Onun
için buna çok çok ihtiyaç var.
Az önce arkadaşlarınız, bir şey yazın, dediler (Askıda Söz Etkinliği). Birkaç gündür biz bu kutlu doğum
haftasında “eman” konusunu işlediğimiz için söylediğim bir şey var, onu da
sizinle paylaşarak bitiriyorum. Diyorum ki,
“Allah’ın sıfatlarından bir tanesi El-mümin’dir. Mümin
aynı zamanda Allah iman eden insanın da adıdır. İman ise El-mümin olan Allah
ile mümin olan kul arsında bir eman ve güven sözleşmesidir. Bu cümlemi
unutmayınız.
İman,
El-mümin olan Allah ile mümin olan kul arsında bir eman ve güven sözleşmesidir.
Kul Allah’a güvendikçe, Allah onun
kalbinden bütün korkuları alır. Mümin olan kul el-Mümin olan Allah’a
güvendikçe, O’na imanı arttıkça Allah da onun kalbindeki bütün korkuları, hüzünleri
alır. Ve kul o zaman “el-emin” olur. Korkular kalpten silinince kul Allah’ın
velisi olur, dostu olur. Onun için Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde “Allah’ın veli
kulları için korku ve hüzün yoktur.” der.
Aynı şekilde El-mümin olan Allah mümin
olan kuluna güvendikçe, onu emin kılar, onu mutmain kılar ve onun emanetlerini de
artırır. Emanet de aynı kökten gelir. Kul emanete riayet ettikçe Allah
katındaki değeri artar, kendi ebedi hayatını kurtarır, ahirette de emin olur.
Ben tekrar davetiniz için teşekkür
ediyorum. Cenab-ı Hak, doğru “karine”lerden
sizi ayırmasın. Karine yalnızca işaret demek değil, delil demek aynı zamanda. Aslında Kur’an-ı Kerim’in
her bir ifadesine “ayet” denmesi bir mucizedir. Ayet işaret demektir. Karine işaretten
zayıftır. Ayet daha güçlüdür, sizi mutlak doğruya götürendir. Siz biraz tevazu
göstermek için “Karine” dediniz herhalde. Hatta Karine işaretten de zayıftır. Arapça’da
yoldaki işaret levhalarına da “ayet” denir. Onlar birer ayettir, çünkü yolda
doğru gitmenizi sağlamaktadır. Ama enteresandır ki Kur’an-ı Kerim, yaratılan
her şeyin adına ayet demiştir. Denizler de ayettir, “Gulhuvallahu ehad” de ayettir. Birine kainatın ayetleri,
birine de kitabın ayetleri diyoruz.
Bugün
insanlığın yaşadığı en büyük sorun, hakkı görmeyi engelleyen şey, yani, insanı “görmez”
kılan, doğru yoldan ayıran şey iki ayeti birleştirememekten kaynaklanır. Kitabın
ayetleri ile kâinatın ayetlerini birleştiremeyen hakkı bulamaz. Güneş
ile Kur’an’ı ayıran doğruyu bulamaz. Onun için bunu bir bütün olarak görmek
lazım.
Cenab-ı Hak, karine işaretlerinizi
çoğaltsın. Sizi ayetlerden ayırmasın. Ayetleri de bir bütün olarak görmeyi
nasip etsin.
Çok emek var bu yazıda.. Allah razı olsun
YanıtlaSil