Sarı

Üstlenmek, yüklenmek ya da sırtlanmak gibi kadın olma koşuluyla kimlik kazanabilmiş eşantiyon ifadeler, cinsiyete göre mecburiyet seçebilme hakkını ellerine almış üzerimize doğru yürüyorlar.

Güvenmek, sığınmak, dayanmak, korunmak, kollanmak, sarılmak, sarmalanmak, çıt kırıldım olmak, nazlanmak, dinlenebilmek için bağırmamak isterken; elimiz hamur görsün, dilimiz mürekkeb yalasın arzusu içimizi doldurmuşken, naftalin kokulu zamanların sultanı bizlere sanki bunları istemiyormuşuz gibi davranmayı, esip gürlemeyi, külhanbeyliği taslamayı matah gösteren neydi? Fazlalıklarımızı canımızı yaka yaka söken, eksikliklerimizi üzerimize yamalayan 'eşitlik' kandırmacasının kancası mı?

Belli dönemlerde TV'de ve sosyal mecralarda çokça karşımıza çıkan feminen grupların gözü dönmüş feryatlarını duydukça La Fonten'in meşhur leylek ile tilki masalı geliyor aklıma. Kurnaz tilki niyetinin iyiliğinden emin(!) leyleği evine yemeğe çağırır. Doyuma ulaşacakları yolun farklı olduğunu bile bile her zaman yediği yayvan tabağından bir tane de leyleğin önüne koyar. Garip leylek ne yapsın? Upuzun gagasıyla tabaktaki yemekten yiyebilmek için kendini zorlar ama ne çare... Ne kadar çabalasa da bir lokma dahi yiyemez; çünkü ne tilki leyleğe kendi gibi muamele ettiği için iyilik yapmış olmuştur ne de leylek sofradan tok kalkabilmiştir. Hikâyenin gerisi malum...

Kadın da tıpkı leylek gibi kendisine eşitlik zokası yutturularak duygusal açlığa mahkum ediliyor. Erkeklere ait olan ödevleri sanki kendi görevleri yetmezmiş gibi omuzlamaya yüreklendiriliyor. Yine kaybeden, yaşamdan tatmin olamayan, sofradan aç kalkan kadın oluyor.

Aslında ‘sarı’ olmak istemiyor artık kadın.  Erkek her zaman her yerde mavi olmaktan gurur duyarken kadın pembe olmak istediğinde ayıplanıyor, horlanıyor, aşağılanıyor.


Kadın öğrenmeye, öğretmeye, üretmeye planlıyken kendini bir anda raf dizerken, halı taşırken, taksi şoförlüğü yaparken bir yandan da 'çalışmak en doğal hakkım' şarkısını mırıldanırken buluyor. Kadının mekânı, insanı, hayatı tasarlama işiyle meşgul olması gerekirken çaktırmadan 'uygulama' bölümüne itiliyor. Kendi hayatının CEO'su olmayı bırakıp peşinden gittiği içinin boş olduğunu her geçen gün kanıtlayan bir ‘izm’ uğruna kalifiye eleman rolüne bürünüveriyor hemen.

İşin bir de garip tarafı var. Nedense bu 'modern'  kadın, kadınlığını ispat için gerekli gördüğü tüm hak ve hürriyetleri bir zamanlar bir grup erkeğin eliyle almışken, yine bir grup erkeğin vermiş olduğu kararlarla 'özgürlükler' kazanmaya devam ederken hiç düşünmüyor Yaradan'a itaatsizliğinin arkasında, bal gibi de erkeğe itaat ettiğini, onun çizdiği sınırlar dâhilinde var olabildiğini.

Çünkü…'Saliha kadınlar itaatkâr olanlardır.'(Nisa/34) Rabbi'ne itaat eden, Rabb'inin emrettiğine itaat eden, söve söve değil, seve seve itaat eden...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu (K.S.)

Boykot'a nereden başlasak?

Bir Kitap: Dokuz Yüz Katlı İnsan